Şiirlerim

Zeugma’nın Gölgesinde Ölçüler ve Öyküler-7 /vahide uğur


PAZARTESİ YAZILARI

7-KAR VE KADIN

Kar yağıyor Bedia ! Siyahın içinden beyazı sağıyor camlar…

Mart ayını anımsatan kavramları çekmecemdeki Patriyarka Kuramı(Sylvia Walby) kitabının arasındaki kağıda yazıp bırakmıştım:kar,kadın,kapitalizm…Elbette inceltme işaretini unutmamıştım çünkü kapitalizmde risk almanın bedeli olarak görülen kazanç anlamındaki 'kâr' değildi bu sözünü ettiğim.

Badem gibi düzgün mum alevlerinden yayılan tarçın kokusu,gün içinde radyodan sıkça duyduğum ’87 sonrasının en çetin karları’ konusu ve anımsadıklarım çoğalıyordu.Düşüncelerim kanat çırptıkça, Uçan Kaz çizgi filmindeki Nils, havadaki yolculuğuna çıkıp beni seksenlere götürüyordu: Komik regülatörlü ve tüplü televizyonda izlediğim filmler,kestane rengi parlak kömür sobası,dantel serili divan, raflarındaki  A.Britannica ve M. Larousse ansiklopedileriyle evimizin baş köşesinde duran vitrin...Seksenlerde çocuk olan herkesin kolaylıkla hatırlayacağı o sahneleri uçan bir kazın sırtından izlerken öğrenciliğimde defterime çizdiğim matematik harikası o şekilli buz kristalleri, çalışma odamın siyah camlarına düşüp eriyordu. Bense hem çocukluğumu hatırlıyor hem de şu dünyada olmasını istediğim tek savaş başlasın istiyordum:kar topu savaşları…

Emperyalist ülkeler,Afrika’daki Klimanjaro dağını haritalarda birbirlerine doğum günü pastası gibi ikram etmeye başladığında,sıranın diğer kıtalara da geleceğini göremeyen atalarının bedelini nicedir ödeyen bu neslin bir parçasıydım ben de…Savaşlar,sömürüler,salgın,doğal afetler yaşamın kanıksadığımız parçaları oldu artık.Bizden sonraki nesillerin doğada nelere katlanmak zorunda olacağını,hayal bile etmek istemiyordum bu aralar…

Arasına üç kavramı sıkıştırdığım kitaptan,Patriyarka Kuramı’ndan, ders niteliğinde notlar almaya devam etmeden ‘patriyarka’ kavramının ‘ataerkillik’ anlamına gelme yolculuğundaydım: ‘pater’(Latince baba) ve ‘archein’(Yunanca güçlü) sözcükleri dilimize bu şekilde yansımış. Patriyarkanın(ataerkilliğin) toplum içerisinde kendini var etme sebepleri ve türleri konusunda pek çok yaklaşım okuduktan sonra çıkardığım  özetlerden beni en çok etkileyen ve içinde bulunduğumuz düzeni en iyi açıklayan cümle şu olmuştu: ‘’Patriyarka, yüzyıllar içerisinde hiç zayıflamadan biçim değiştirip güçlenerek devam etmiş ve daha da önemlisi bu durum emperyalizmin çekirdek hareketini oluşturmuş.’’ Bu özet cümlemden yola çıkarak şöyle düşünmeye başlamıştım; patriyarkanın gücünü arttıran fiziksel şiddet ve cinsel taciz konuları, kadınları belirli mesleklerde belirli saatlerde seçici davranarak çalışmaya yöneltirken üretim sektörü erkeklerin eline verilip alt hizmet sektörüne kadınlar yerleştirilmişti.Emperyalizm, yüzyıllardır bu anlayış üzerine inşa edilmişti yani.

Radyodan gelen büyülü duduki sesiyle, önce Tamar’ın dinlediği şarkıları anımsadım; sonra emperyalizm ve onun küçük kardeşi kapitalizmi anlatmaktan acıktığımı fark ettim.On yıl önce Gürcistan’a gittiğinde izini kaybettiğim yardımcım Tamar; elinde bir tabak haçapuri, dilinde Gogni Gogni şarkısıyla  şimdi yanıma gelse ne olurdu sanki dedim, gözlerim dolarak…

Ağlasam, baş ağrısından yazamayacağımı bildiğim için; çıkıp biraz gezinsem, köşeyi dönünce cenneti bulsam yahut amaçsızca yolu uzatarak dolaşsam ve her yürüyüşünden yeni bir öyküyle dönen Nezihe Meriç gibi oturup yazmaya devam etsem,dedim.

Yarı açık kapıdan içeriye,uzun yüzlü donuk bakışlı bir kızın elinden tutarak Nilgün Marmara girdi.Nilgün’ün elinden tuttuğu donuk bakışlı,uzun yüzlü kızın diğer elinde sırça bir fanus vardı.O vakit anladım onun Sylvia Plath olduğunu.Demek sonunda Nilgün’le buluşmuşlar diye düşünürken Sylvia ağlayarak:

‘’Babam,kocam ve tüm erkekler faşist birer ordu gibiydiler; her kadının faşistlere tapacağını düşündüler onlar’’dedi.’’Tapmayacağız’’diye çıkıştı Nilgün.

İkiniz de kadın olmanın çelişkili süreçlerini yaşıyorsunuz,sakin olun,dedim.

Nilgün hiç oralı olmadı,şiddetli yağan karın penceredeki birikintisini göstererek:

‘’Yerle gök arasında

bulutu bile haraca kestiğimiz

bu yerde

daha fazla kalamam…’’dedi.

Sylvia’yı kolundan savurarak gitti.

 

"Yarı açık kapıdan içeriye Nezihe Meriç girdi:

Bize ne verdiler ki ne isteyebilirler?

Biz adam olup paçamızı kurtarmışsak, bu onur bize aittir.

Ne aileye ne topluma" dedi, Nilgün’ün gidişini haklı görürcesine ve kapıya yöneldi.
 

Gitmeyiniz,sabah olmak üzere…

Hem hani güllerin içinde bülbül sesi vardı,dedim.

"Kalabalık caddelerde,ıssız kar yollarında,dairelerin boş koridorlarında yalnızlar var,

Yalnızlar geliyor,gitmeliyim"dedi.
 

Başıboş saatlerin yaman dakikaları.

Gün ağarmamıştı…

Gücüm yoktu

yurtsuz gezginliğe,

yol almanın burjuva biçimine,

yani yürümeye gücüm kalmamıştı…

Aylardan marttı madem;

madem kardı,kadındı,kapitalizmdi konu,

kar yağıyor o halde Bedia!

siyahın içinden beyazı sağıyor camlar,

güllerin içinde bülbül sesi var...

Zeugma'nın Gölgesinde Ölçüler ve Öyküler /vahide uğur

 

 

 

 

0 Yorum


Yorum Bırak

Eposta adresiniz yayınlanmayacaktır. Lütfen zorunlu alanları doldurunuz. *

*