Şiirlerim
Zeugma’nın Gölgesinde Ölçüler ve Öyküler -11 / vahide uğur
Şiirler şarkıların çocukluğudur Bedia…v.uğur
Resim,görünmeyeni algılama sanatıdır Bedia…v.uğur
PAZARTESİ YAZILARI
11-VALİDEM DENİZ
'İstanbul’a yerleşmem halinde, mecbur kalmasam asla gitmem’ dediğim o yere, Mecidiyeköy’e gelmiştim.İş yaşamının toplardamarı olan bu semtin hareketliliğinin buralarda bir zamanlar para basılıyor olmasından kaynaklanabileceğini düşüne düşüne, arkadaşımla buluşacağım meydana kadar yürüdüm. Esaslı bir boşvermişlikle etrafını seyrederken yakaladığım dostum, sözleştiğimiz yere benden önce gelmiş sigarasını tüttürüyordu.Yılda birkaç defa buluştuğum bilge yoldaşımla konuşa konuşa, ağır sırt çantamla, ‘Ağır Roman’ filminin çekildiği Balat’a kadar yürüdük.
Doksanlar başındaki roman haliyle değil de sinemaya uyarlanmış haliyle aklımızda kalan Ağır Roman’ın üzerinden seneler geçmişti. Balat’taki kafeye yaklaştıkça filmden aklımızda kalan sözleri anımsatıyorduk birbirimize. O son buluşmamızda, onun ‘Sezar’a yanlış yapan sahte delikanlı Brütüs’ repliğine karşılık ,benim ‘kolyeni bende unutmuşsun,akşam gel al’ dememe ne çok gülmüştük...
Ağır çantamdan çıkardığım fotoğraf makinemden, önceki buluşmamıza ait Tarlabaşı fotoğraflarını ona göstermek için kahvelerimizin gelmesini bile bekleyememiştim. Bazı fotoğraflara kısa kısa bakıp bazı fotoğraflar üzerine uzun uzun konuşarak daima buluştuğumuz kafenin o kuytu masasında, saatlerce oturmuştuk. Tarlabaşı’nın dar sokaklarında, evden eve uzanan iplere serili çamaşırların olduğu fotoğrafları beğenmiştik en çok da... Hatta ben ona, Tarlabaşı semtindeki esnaf lokantasında çalan arabesk şarkıların çağrışımıyla yazdığım şiirleri bile okumuştum o son buluşmamızda...
Aradan yıllar geçmişti.Balat’taki buluşmamızdan sonra hiç göremediğim dostumu kanserden kaybetmiştim.Tarçın kokulu mumların yandığı masama onunla ilgili anılarımı yazmak üzere oturdum.Evvela ipte baş aşağı sallanan çocuk giysilerinin olduğu fotoğraflardan ilham alarak yazdığım kağıtları toplayıp,sol üst köşesinden zımbaladım. Sonra kapı önünde sigara içen o şişman kadına,az ötesinde çiçekli pijamasıyla zıplayan çocuğa,pencere kenarında uyuklayan kör kediye…Kısacası Ağır Roman filminin çekildiği eski evlere,kapılara,kaldırımlara yazdığım ne kadar yazı varsa ; hepsini,hepsini topladım ve dolu gözlerle bilgisayarıma rastgele kaydetmeye başladım...
Esnaf lokantasındaki alaturka hüzün ortamında çorba beklerken, saat on dörtte aldığım notlarımdan biri vardı elimde ve ben hiç düşünmeden okuyup yazıyordum:
‘Yıllar yılı Anadolu’dan gelip bu şehrin eteklerine üvey evlat gibi yapışan halkın hicretini,sefaletini,pişmanlığını,tutunamayışını; ancak sabahçı kahveleri yahut konfeksiyon atölyelerinde duymaya alıştığımız bu müzikler anlatabilirdi’ diye yazmıştım arabesk müziğe ithafen. O notları bu kağıda yazdığım gün, Tarlabaşı’nda fotoğraflar çeke çeke yürümüş; farklı kültürlerin yapış yapış ettiği yamalı bir giysiye benzeyen bu müzikleri ve yoksulun sırtına giydirilen sömürü düzenlerini konuşa konuşa güneşi morartmıştık...
Sevgili dostum o akşam bana, Validem Deniz şiirimdeki gibi bir meyhanede balık ısmarlamıştı.Mecidiyeköy’de buluştuğumuzdan beri, kendisinde buruk bir dalgınlık seziyor ama onu üzmemek için sebebini dümdüz soramıyordum.Nihayet ‘Küçüğüm’deyip gülümsettikten sonra sorabilmiştim: ‘Küçüğüm,neden bizim gibiler bir yaprağa bakınca hep çarmıha gerilen İsa’yı görür’…Anlamayınca, devam ettim: ‘N.Kazancakis’in ‘’El Greco’ya Mektuplar ‘’ kitabındaki bir dialog geldi aklıma’ dedim. Sigarasını yakarken ‘hatırlayamadım,devam etsene’ dedi.
‘Kazancakis’ dedim ‘Kazancakis, bir gün yolda bir papaza rastlar fakat papaz elinde tuttuğu yeşil yaprağa bakıp ağlamaktadır.Kazancakis, neden ağladığını sorar papaza.Papaz,yaprağın üzerinde çarmıha gerilen İsa’yı gördüğü için ağladığını söyler.Sonra yaprağın diğer tarafını çeviren papaz birden gülmeye başlayınca, Kazancakis bu defa ‘neden gülüyorsun’ diye sorar.Papaz, ‘şimdi de İsa’nın yeniden dirildiğini görüyorum’ der…
Güldükçe güldüğümüz, konudan konuya atladığımız o son akşam yemeğimizden sonra, canım dostuma söz verdiğim gibi şiirimi okuyarak veda etmiştim:
Saat dokuz
Hava ayaz…
Deniz üstü bir meyhane
Musikisi anlaşılmaz.
Yabancısı pek bulunmaz:
Rakı, çerez, yaygara…
Lavanta kokmaz kimse:
Balık, ekmek, ızgara…
Mercan Usta kederli:
-Ne çiçekli kayıklar,
Ve ne çeşit balıklar vardı
Bu validem denizde…
Yakut Usta talip metânete:
-Sandığını beri çek
Beri çek sandığını!
Kadehini uzat!
-Şerefe!
-Şerefe…
Hayatını kazanma yeteneği elinden alınmış muhtaçlar kalabalığına döndürülmüş güzel ülkemin bu en kalabalık kentine, yıllar sonra dostumun cenazesi için gitmiştim. Dönerken kulaklıktan, onun çok sevdiği Nina Simon şarkılarını gözüm kapalı dinliyordum,ağlamamak için…
Tarçın kokulu mumlar, masamın bir köşesinde badem gibi titremeden yanarken, yazmayı bırakıp ayağa kalktım.Bilgisayarımın geri ekranındaki Nina Simon ‘’Feeling Good’’şarkısını söylüyordu.İyi hissetmek için şarkının sesini açıp sabahın kırık aydınlığında yolu seyretmek için cama yaklaştım.Yolun sağına baktım,konteynerin başında çöp karıştıran iki adam; soluna baktım konteynerin başında sırtına çarşafla sardığı bebeği bile uyanmamış bir kadın.İyi hissetmiyordum. Nina Simon’un şarkısını susturup uyumak istedim.Bir araba geçti aşağıdaki büyük yoldan,yüksek bir sesle Müslüm Gürses ‘’Tanrı istemezse’’ şarkısını söylüyordu.
Friedrich Nietzsche sokağın bir ucundan çıkıp geldi; çorbaya bulaşmış kirli bıyıkları ve sarhoş haliyle boş bulvara karşı bağırdı: ‘Siz zenginler’ dedi,’Siz zenginler, yoksullara tanrıdan başka bir şey bırakmadınız’
Victor Hugo oturduğu evin penceresinden başını uzatıp ‘ Nietzsche dostum eğri yürüse de doğru konuşuyor’ dedi ‘‘Ey güç sahipleri, siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz,biz ortadan kaldırılmış yoksulluk ! O yüzden anlaşamıyoruz…’’
Yolun solundaki kadın, sesini duyurmak için sağa doğru koştu, ‘ikiniz de susun’ dedi konuşanlara ‘susun bebeğimi uyandıracaksınız!..’
Zeugma'nın Gölgesinde Ölçüler ve Öyküler / vahide uğur
0 Yorum